Büyük patlama yada “Big Bang” konusuna gelmeden önce “Statik Evren Modeli” hakkında bir miktar bilgi vermek istiyorum.
Big bang öncesi yaygın olarak inanılan düşünce tam olarak bilinmeden, son yüzyıl boyunca gerçekleşen bilimsel gelişmelerin yaptığı katkı tam olarak anlaşılamayabilir.
Statik Evren Modeli Nedir
Neredeyse yirminci yüzyılın başlarına bilim dünyasında kabul görmüş düşünce, evrenin sonsuz boyutta olduğu, sonsuzdan beri var olduğunu ve sonsuza kadar varolageleceğini iddia ediyordu. Diğer adı “Sabit Durum Teorisi” olan bu görüş evrenin bir başlangıcı yada sonu olabileceğini reddediyordu.
Materyalist felsefenin de temellerini bu düşünce sistemi oluşturuyordu. Evrenin sabit, değişmeyen maddeler bütünü olarak gören bu anlayış bir Yaratıcının varlığını reddediyordu. 1929 yılında başlayan bilimsel gelişmelerin ışığında sabit durum teorisi yıkılmış ve dönemin bir çok bilim adamı şu itiraflarda bulunmuşları:
İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Sadece evrenin bir sonunun ve başlangıcının olmadığını kabul ettiğimiz sürece, evrenin şu anki varlığının mutlak bir açıklama olduğunu savunabiliriz. Ben hala bu açıklamaya inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.
Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile başladığını kabul eder. Ama bildiğimiz gibi patlamalar maddeyi dağıtır ve düzensizleştirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmiştir: Maddeyi birbiriyle birleşecek ve galaksileri oluşturacak hale getirmiştir.
Sabit durum teorisini savunanlarla onu test eden ve bence onu çürütmeyi uman gözlemciler arasında, bir dönem çok sert çekişme vardı. Bu dönem içinde ben de bir rol üstlenmiştim. Çünkü gerçekliğine inandığım için değil, gerçek olmasını istediğim için ‘sabit durum’ teorisini savunuyordum. Teorinin geçersizliğini savunan kanıtlar ortaya çıkmaya başladıkça Fred Hoyle bu kanıtları karşılamada lider rol üstlenmişti. Ben de yanında yer almış, bu düşmanca kanıtlara nasıl cevap verilebileceği konusunda fikir yürütüyordum. Ama kanıtlar biriktikçe artık oyunun bittiği ve sabit durum teorisinin bir kenara bırakılması gerçeği ortaya çıkıyordu.
Dennis Sciama (3)
(Fred Hoyle Ile Birlikte Uzun Yıllar Sabit Durum Teorisini Savunan Bilim Adamı)
Neden evren zamanın bir ucunda, geçmiş diye adlandırdığımız bir ucunda yüksek bir düzen durumu içinde olmalıdır? Neden bütün zamanlar boyunca tamamen bir düzensizlik içinde değildir? Düzensizlik içinde olması çok daha mümkün görülebilir. Ve neden düzensizliğin arttığı zamanın yönü neden evrenin genişleme yönü ile aynıdır? Bir muhtemel görüş Yaratıcının evrenin genişleme evresi için başlangıcında yumuşak ve düzenli bir durum seçmiş olmasıdır. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmamalıyız veya nedenlerini sormamalıyız, çünkü evren Yaratıcının yaratması ile başlamıştır. Aslında evrenin bütün tarihinin Yaratıcı tarafından yaratıldığı söylenebilir. Görülmektedir ki, evren çok düzenli, belirlenmiş kanunlara göre gelişmektedir.
Stephen W. Hawking (4)
Bu itirafların sayısı atom altı parçacıkların keşfi ve astronomi araştırmalarının da ilerlemesiyle günümüzde oldukça artmış durumdadır. Bilimsel gelişmeler bizi aslında bir Yaratıcının varlığına götürmektedir.
Din ve “Büyük Patlama”
Tarihin her döneminde evrenin nasıl varolduğu merak edilmiştir. İnsanlar bu sorunun cevabını kimi zaman Eski Yunan’da ve Hint düşüncesinde olduğu gibi mitolojik kökenli hikayelerde, kimi zamansa tek tanrılı dinlerde olduğu gibi teolojik açıklamalarda aramışlardır.
Bu teori ile ilgili bulguları ortaya koyan bilim adamlarının çok büyük bir bölümü Hıristiyan’dır. Hıristiyanlık da bu açıdan özel bir yere sahipti. Teoriyi ilk defa ortaya koyan Lemaitre hem papaz hem de astronomdu. Hubble, Gamov, Penzias, Wilson hep Hıristiyan’dılar.
Kur’an Big Bang teorisini tarif edici ayetlere sahiptir. Bunlardan biri şu şekildedir:
İnkar edenler Evren ( gökler ) ve yer birbirleri ile bitişikken onları ayırdığımızı, her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı?
Enbiya, 30
Big Bang’den önce madde ve maddenin hareketi yoktu. Oysa zaman maddeye ve maddenin hareketlerine göre vardır. Dolayısıyla zamanda, madde de Big Bang ile birlikte yaratılmıştır. Yapılan çalışmalarda zamanın Evren’in başlangıcı ile var olduğu matematiksel olarak ispatlanmıştır.
Oxford Üniversitesi, Roger Penrose ve Stephen Hawking
Evrenin Genişlediğinin Keşfi
Peki 1929 yılında tam olarak ne olmuştu? California “Mount Wilson” gözlem evinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble belkide astronomi dünyasının en büyük keşfini yaptı.
Gökyüzünü inceleyen Hubble, incelediği yıldızların renk tayfının kırmızıya kaydınığını keşfetti.
Gök Cisimlerinde Kırmızıya Kayma Ne Demektir? (RedShift)
Bu konuyu detaylandırmadan önce “Doppler Effects” konusunu kısaca açıklamak gerekiyor, aşağıdaki grafikte ve animasyonda da görüldüğü üzere uzaklaşan yada yaklaşan bir cismin yaydığı ışığın renk tayfında nasıl bir farklılık olabileceği gösteriliyor. Bu farklılık gök cisimlerinde kırmızıya kayma (redshift) olarak nitelendiriliyor. Yıldızın bizden uzaklaştığında renk tayfında meydana gelen kırmızıya kayma durumu, bir aracın bizden uzaklaşıyorken yada yaklaşıyorken kulağımıza gelen ses farkıyla aslında simüle edilebilir.
Bilim tarafından ancak 1920’lerin sonunda fark edilen evrenin genişlemesi gerçeği Kuran’da 1400 yıl önce haber verilmiştir.
Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.
Zariyat Suresi, 47
Kozmik Fon Radyasyonu Nedir
Televizyonunuzda izlediğimiz karıncalı bulanık ekranın %1’i aslında 13.8 milyar yıl önce gerçekleşen büyük patlamadan kalan Kozmik Mikrodalga Arka Planı radyasyonundan kaynaklanmaktadır.
1948 yılında George Gamov, Big Bang’e bağlı olarak yeni bir iddia ortaya sürdü. Buna göre evrenin Büyük Patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan arta kalan bir radyasyonun da olması gerekmekteydi. Üstelik bu radyasyon evrenin her yanında eşit olmalıydı. “Olması gereken” bu kanıt çok geçmeden bulundu. (7)
1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı bu dalgaları keşfettiler. “Kozmik Fon Radyasyonu” adı verilen bu radyasyon, yerel kökenli değil, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Böylece uzun süredir evrenin her yerinden eşit ölçüde alınan ısı dalgasının, Big Bang’in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı. Penzias ve Wilson, bu bulgularından ötürü Nobel Ödülü kazandılar.
1989 yılına gelindiğinde ise, Amerikan Uzay Araştırmaları Dairesi NASA, Kozmik Fon Radyasyonu‘nu araştırmak üzere uzaya COBE uydusunu gönderdi. Bu gelişmiş uyduya yerleştirilen hassas tarayıcıların, Penzias ve Wilson’ın ölçümlerini doğrulaması yalnızca sekiz dakika sürdü. COBE, evrenin başlangıcındaki büyük patlamanın kalıntılarını bulmuştu.
Bütün zamanların en büyük astronomik keşfi olarak adlandırılan bu bulgu, Big Bang teorisinin açık bir ispatıydı. COBE uydusunun ardından uzaya gönderilen COBE 2 uydusunun bulguları da, yine Big Bang’e dayanılarak yapılan hesapları doğruladı.
Big Bang Resmi
Evrenin her yönüne doğru detaylı gözlemler yapıldığında, neredeyse 13.8 milyar yıl öncesinden, yani evrenin başlangıcından beri seyahat eden ışığı tespit edilebilir. Gözlemle incelenen ışıma insan gözüyle görülememektedir ancak bu ışımayı günümüz radyo teleskop teknolojisi ile kolaylıkla belirlenebilir.
Avrupa uzay ajansının Planck uydusu tarafından çekilen bu kozmik mikrodalga kalıntısının resmi 16 yıllık yoğun çalışma sonucu elde edilmiş… Bu resim bizlere evrenin, radyo dalgalarıyla ölçülebilen, doğumundan kalan yankılarını gösteriyor.
Planck misyonunun bu ilk bilimsel sonuçları, daha önce hiç görülmemiş olan uzak galaksi kümeleri ve Big Bang’in ışınımları da dahil olmak üzere, evrenin nasıl başladığına dair yeni ipuçları ortaya çıkarttı.
Hidrojen Helyum Oranı
Big Bang’in diğer bir önemli delili ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarı oldu. Günümüzde yapılan ölçümlerle anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang’den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplamalarına uyuyordu. Eğer evrenin bir başlangıcı olmasaydı ve evren sonsuzdan beri var olsaydı, içindeki hidrojen tamamen yanarak helyuma dönüşmüş olurdu. (8)
Güçlü teleskoplarla yapılan gözlemler sonucu bilim adamları uzak yıldızlar ve galaksiler üzerinde spektroskopik araştırmalar gerçekleştirdiler. Ortaya çıkan veri gösterdi ki atomik maddesel varlık neredeyse tamamen hidrojen ve helyumdan oluşuyordu. En yüksek orandaki element hidrojen %74 ‘ünü, %25 ‘ini helyum ve geriye kalan %1 lik madde ise diğer tüm ağır elementlerden oluşuyordu.
Yukarıda sıraladığımız deliller ışığında Big Bang teorisi bilim dünyasında geniş bir kabul gördü. Son teknolojik gözlemlerle elde edilen bu bilimsel deliller gösteriyordu ki “Büyük Patlama” evrenin oluşumu ve başlangıcı hakkında ulaşabildiğimiz nihai noktaydı.
Big Bang Esnasında Oluşan Hassas Dengeler ve Patlamanın Hızı
Evrenin genişleme hızı olağanüstü hassas bir kesinlikle belirlenmiş olmalı, evrenimizin var olabilmesi için büyük patlamanın gerçekleşme anındaki genişleme hızı mükemmel bir hesap ve düzen ile yaratılmış olması şarttır (5):
- Evrenin genişleme hızı o kadar kritiktir ki, Big Bang’ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.
- Eğer Big Bang’den sonra evren biraz daha hızlı genişlese mevcut tüm materyal tamamen etrafa dağılıp gidecekti.
- Eğer patlama hızı 10 üzeri 18’de 1 oranında bile farklılaşsaydı, bu gerekli dengeyi yok etmeye yetecekti.
- Eğer evrenin yoğunluğu bir parça daha fazla olsaydı, o zaman evren bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti.
- Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı.
Büyük Patlama yani Yaratılış
Evren sıfır hacme sahip olan tek bir noktanın patlamasıyla meydana gelmiştir. Bu da evrenin bir başlangıcı olduğunu göstermektedir.
Aslında yukarıda kısaca özetlediğimiz, Hubble ve ekibinin bulguları şu anlama geliyordu: Galaksilerin hepsi bizden uzaklaşmaktaydı ve yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Uzaklık artıkça, hız da artıyordu. Hubble bu durumu ifade eden ve “Hubble yasası” olarak adlandırılan bir matematik denklemi de yazdı. Bu denklem, uzak galaksilerden toplanan her yeni bilgiyle bir kez daha doğrulandı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç ise, evrenin “genişlemekte” olduğuydu. Bu da, uzun yıllardır bilim dünyasında egemen olan ve materyalist çevrelerin şiddetle savunduğu “evrenin değişmez ve sonsuz olduğu” iddiasının çöküşü anlamına geliyordu.
Hubble’ın bulguları karşısında materyalist ve ateist bilim adamlarının tepkisini, bilim yazarı David Filkin “Stephen Hawking’s Universe” kitabında şöyle tarif eder:
Genişleyen bir evren, değişmez, nihayetsiz ve ebedi bir evren fikrine sıkı sıkıya bağlanmış olan ateist bilim adamlarının çoğunluğunun kabul edemeyecekleri bir kavramdı. Genişleyen herhangi birşey değişmez olamazdı. Bu nedenle Hubble’ın bulgularını göz ardı etmek ya da küçümsemek eğilimi belirmişti. (9)
Stephen Hawking’in Evreni: Kainatın Sırları
Sonuç
Harvard Üniversitesi’nden ünlü bir genetikçi ve evrimci olan Richard Lewontin, “önce materyalist, sonra bilim adamı” olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, ‘a priori’ (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (10)
Eğer “meteryalist” evrimci dogma ideolojiler ile bilimsel çalışmalar baskı altında tutulmaz ise görüyoruz ki, tüm bilimsel araştırmalar ve gözlemler bize makro yada mikro alemde çok büyük bir denge ve tasarım olduğunu göstermektedir. Evrimcilerin canlılığın varoluşunu salt tesadüfle izah etmeye gayretine rağmen bilimsel araştırmalar “canlılardaki matematiksel mükemmel tasarımların ve indirgenemez kompleks organ ve organellerin ve tesadüfen ortaya çıkması mümkün değildir” demektedir. (bkz Tesadüf Gerçekte Nedir?)
Biyoloji, fizik, kimya, matematik, paleontoloji tüm bunlar bilimdir ama “tesadüfen oldu” diyen “evrim teorisi” bilim değildir.
KesinBilgi.net – ???
Kaynaklar:
- Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse, Cosmos, Bios, Theos, La Salle II: Open Court Publishing, 1992, s.241
- Fred Hoyle, The Intelligent Universe, London, 1984, s. 184-185
- Stephan Hawking, Evreni Kucaklayan Karınca, Alkım Kitapçılık ve Yayıncılık, 1993, s.62-63
- Stephen W. Hawking, “The Direction of Time”, New Scientist, vol. 115, 9 Temmuz 1987, s.47
- http://harunyahya.org/tr/Yorunge/221013/big-bangin-kanitlari
- https://map.gsfc.nasa.gov/news/index.html
- http://harunyahya.org/tr/Eser-Tipi/221013/Big-Bang-in-Kanıtları
- http://www.universeadventure.org/big_bang/elemen-composition.htm
- David Filkin, Stephen Hawking’in Evreni: Kainatın Sırları, Aksoy Yayıncılık, 1998, s. 81
- Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of Books, January 9, 1997, s. 28
İlk Yorum Sizden Gelsin