Neredeyse 20. yüzyılın başına kadar kabul gören görüşe göre çevremizdeki evren sonsuz büyüklükte ve durağan maddeler yığını olarak algılanıyordu. Buna durağan (yada statik) evren modeli denmektedir. Durağan evren modeline göre evrenin herhangi bir şekilde başlangıcı yada sonu söz konusu değildi.
Bir bakıma materyalist felsefenin temelini oluşturan bu görüşe göre evrenin maddeler yığınından başka bir şey olmadığına inanılıyor ve Yaratıcının varlığı da açık bir şekilde reddediliyordu.
Materyalist felsefeci “George Politzer”, “Felsefenin Başlangıç İlkeleri” adlı kitabında statik evren modeline dayanarak “evrenin yaratılmadığını” şöyle öne sürmüştü:
Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde Allah tarafından belli bir anda ve yoktan var edilmiş olması gerekirdi.
Politzerin bu iddiası 19. yüzyılın bilim anlayışına dayanıyordu ve dolayısıyla Politzer o dönemde bilimsel bir açıklama yaptığını düşünüyordu. Oysa 20. yüzlda gelişen bilim ve teknoloji sayesinde materyalist felsfeye zemin teşkil eden statik – durağan evren modeli gibi anlayışlar geçersiz olmuşlardır.
21. yüzyılın eşiğinde olduğumuz şu dönemde evrenin yoktan bir anda “büyük bir patlamayla” var olduğunu yani yaratıldığı modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve matematiksel hesaplamalarla ispat edilmiştir.
Büyük patlama konusunu aşağıda ayrı bir başlık altında detaylandıracağım, bu yüzden konumuza yani “Olber Paradoksu” na dönelim.
Olber Paradoksu (Olber’s Paradox)
Bu paradoks özetle “gecelerin neden karanlık olduğunu” sorguluyordu, eğer evren, sabit evren modelindeki gibi sonsuz ve “başı sonu olmayan” bir maddeler yığını ise oluşan yada oluşmuş tüm yıldızlar yada ışık kaynakları yansıttığı yada ürettiği ışığın sürekli olması dolayısıyla gecelerin karanlık değil aydınlık olması gerektiğini öne sürüyordu.
Bu sorgulamanın yüzyıllar önceye dayanan bir geçmişi olmasına rağmen Alman astronom Heinrich Olbers bu konuyu inceleyen bir makalesi ile paradoksu bilim dünyasının tartışma alanına çekmiş oldu. Heinrich Olbers’ in 1823′ te yayınladığı makalesinden sonra paradoks “Olbers Paradox” olarak anılmaya başladı.
Big bang modeli ortaya atıldığında bu paradoks aslında geçersiz kalmıştı yani paradoksun ortaya atıldığında var olduğu zannedilen koşulların aslında hiç var olmadığı anlaşılmış oldu.
Big Bang modeli yani Büyük patlama nasıl ispat edildi:
1929 yılında California Mount Wilson gözlem evinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş bilim dünyasında büyük bir yankı yarattı. Çünkü fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble’ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma farkedilmişti. Yani yıldızlar bizden sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar.
Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha keşfetti: Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç, evrenin her an “genişlemekte” olduğuydu.
Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar.
Einstein “Kariyerimin en büyük hatası” derken neyi kastediyordu?
Aslında evrenin genişlediği ve yoktan var edildiği gerçeği daha önceden teorik olarak keşfedilmişti. Yüzyılın en büyük bilim adamı sayılan Albert Einstein, teorik fizik alanında yaptığı hesaplamalarla evrenin durağan olamayacağı sonucuna varmıştı. Fakat o devrin genel kabul gören durağan evren modeliyle ters düşmemek için bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, ‘kariyerinin en büyük hatası’ olarak adlandıracaktı. Daha sonra Hubble’ın gözlemleriyle evrenin genişlediği kesinlik kazandı.
Peki evrenin genişliyor olmasının, evrenin varoluşu konusundaki önemi neydi?
Evrenin genişlemesi şu sonucu ortaya çıkardı, eğer zaman içinde geriye doğru gidilirse evrenin sıfır hacme, sonsuz yoğunluğa sahip tek bir noktadan başladığı ortaya çıkıyordu. Evrenin başlangıcı olan bu büyük var oluşa yani büyük patlamaya ingilizce “Big Bang” ismi verildi ve bu teori de “Big Bang” yani “Büyük Patlama” ismiyle anılmaya başlandı.
Aslında sıfır hacim teorik bir ifade biçimidir. Bilim insanları konunun anlaşılabilmesi için “yokluk” kavramı yerine “sıfır hacim” terimini kullanmışlardır. Gerçekte ise sıfır hacimdeki bir nokta ‘yokluk’ anlamına gelir. Evren de yokluktan var olmuştur. Diğer bir deyimle yaratılmıştır.
Modern fiziğin ancak bu yüzyılın sonlarına doğru ulaştığı bu büyük gerçek, bir mucize olarak Kuran’da bize 14 yüzyıl önceden şöyle haber verilmektedir:
O Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir.
Enam Suresi, 101
Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.
Zariyat Suresi, 47
Açıkça görüldüğü gibi, Büyük Patlama teorisi evrenin “yoktan var edildiği”nin, yani Allah tarafından yaratıldığının açık bir ispatıydı.
Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bu soru hakkında şunları söyler:
“İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Sadece evrenin bir sonunun ve başlangıcının olmadığını kabul ettiğimiz sürece, evrenin şu anki varlığının mutlak bir açıklama olduğunu savunabiliriz. Ben hala bu açıklamaya inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.”
Sırf ateist olmak için körü körüne şartlanmamış pek çok bilim adamı ise, evrenin yaratılışında sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı’nın varlığını kabul eder. Bu Yaratıcı, hem maddeyi hem de zamanı yaratmış olan, yani her ikisinden de bağımsız bir varlık olmalıdır. Ünlü Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross bu konuda şunları söyler:
“Eğer zaman ve madde, patlamayla birlikte ortaya çıkmışsa, o zaman evreni meydana getiren nedenin, evrendeki zaman ve mekandan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize Yaratıcı’nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu gösterir. Aynı zamanda Yaratıcı’nın bazılarının savunduğu gibi evrenin kendisi olmadığını ve evreni kapladığını, sadece evrenin içindeki bir güç olmadığını kanıtlar.”
Bu bilim adamının da söylediği gibi, madde ve zaman, tüm bu kavramlardan bağımsız olan sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı tarafından var edilmiştir.
Büyük Patlama Teorisine Alternatif Arayışları ve Bu Arayışın Kökeni
Big Bang’e alternatif olarak öne sürülen; sabit durum teorisi, açılır-kapanır evren modeli, kuantum evren modelleri ve Hawking modeli gibi arayışlar, gerçekte sadece materyalistlerin felsefi ön yargılarından kaynaklanmaktadır.
Bu Ön Yargılardan Biri: Kahrolsun Big Bang
materyalist bilim dergilerinin en ünlülerinden biri olan Nature’ın editörü John Maddox‘un 1989 yılında yazdığı bir makalede ifade edilmiştir. Maddox, “Kahrolsun Big Bang” (Down with the Big Bang) başlığıyla yazdığı makalede “Big Bang’in felsefi olarak kabul edilemez olduğunu” çünkü “Big Bang ile birlikte teologların Yaratılış fikrine güçlü bir destek bulduklarını” belirtmiş ve “Big Bang önümüzdeki on yılı çıkaramayacak” kehanetinde bulunmuştur. 3
Oysa Maddox’un bu ümit dolu beklentisine rağmen, Big Bang o günden bu yana geçen 10 yıl içinde çok daha güçlenmiş, evrenin yaratılışını ispatlayan daha pek çok bulgu elde edilmiştir.
Bazı materyalistler ise bu konuda biraz daha “sağduyulu” davranmaktadırlar. Örneğin İngiliz materyalist fizikçi H. P. Lipson, Yaratılış’ın bilimsel bir gerçek olduğunu “istemeden de olsa” şöyle kabul eder:
Bence, bu noktadan daha da ileri gitmek ve tek kabul edilebilir açıklamanın Yaratılış olduğunu onaylamak zorundayız. Bunun ben dahil çoğu fizikçi için son derece itici olduğunun farkındayım, ama eğer deneysel kanıtlar bir teoriyi destekliyorsa, bu teoriyi sırf hoşumuza gitmediği için reddetmemeliyiz. 4
Sonuçta günümüzde bilimin ulaştığı gerçek şudur: Madde ve zamanı yaratan, her ikisinden de bağımsız olmalı.
Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.
Beğenmeyi ve paylaşmayı unutmayın 🙂 ↑
Biyoloji, fizik, kimya, matematik, paleontoloji tüm bunlar bilimdir ama “tesadüfen oldu” diyen “evrim teorisi” bilim değildir. ???
- http://m.harunyahya.org/tr/works/852/Makaleler-2/chapter/5705/Evren-yoktan-yaratildi
- http://www.kozmikanafor.com/olbers/
- John Maddox, “Down with the Big Bang”, Nature, vol. 340, 1989, s. 378
- H. P. Lipson, “A Physicist Looks at Evolution”, Physics Bulletin, vol. 138, 1980, s. 138