"Enter"a basıp içeriğe geçin

Nasıl Nefes Alıyoruz?

Okuma Süresi: 7 dakika

Gün boyu en çok ne işle uğraştığımızı sorsalar, belki yürüyüş, belki araç kullanmak yada bazılarımız kitap okumak diyecektir.

Ancak bir aktivite vardır ki kontrolü bizzat bizde olmasa da gün boyunca en çok vaktimizi bu aktivite için harcıyoruz. Yazımızın başlığından anlaşılabileceği üzere bu aktivitenin adı nefes alıp vermek. Ancak nefes alıp verme faaliyetinin kontrolü tam olarak bizde diyemeyiz.. Otonom sinir sistemimiz ilgili süreci bizim adımıza yönetir.

Kendi Kendine mi? Yoksa Akılcı Bir Planın Ürünü mü?

Peki Nefes alıp verme faaliyetinin kontrolü bizde değilse, kontrol nasıl yada kim tarafından yapılıyor? Bu kontrol bizim tarafımızdan yapılsaydı yaşayamazdık. Çünkü düzenli nefes alıp verme için sürekli konsantre olmamız ve gerekli kaslarımızı kasıp gevşetmemiz gerekecekti. Doğal olarak bu aktivitenin gerektirdiği yoğun konsantrasyon gün içindeki diğer tüm yaşamsal faaliyetlerimizide etkileyecek, bu yüzden hızlıca ya açlıktan, susuzluktan yada yürürken dikkat yetersizliğinden meydana gelebilecek yaralanmalardan dolayı yaşamımız tehlikeye girecekti.

Bir tehlike anında ise koşma yada hızlı hareket etmemiz gerekeceğinden, kalp atışımızın artması dolayısıyla nefes alıp vermemizin artması kaçınılmaz olacaktır. Tehlike anının geçmesinden sonra ise makul seviyelere düşürülmesi böylece kalp atışının dolayısıyla kan basıncımızın düzenlenmesi gerekecektir. Tüm bu durumlarda mutlaka hata yapacak ve nefes alıp verme işlemlerinin düzenini kuramayacak olmamız bedenimiz için kalıcı hasarlara sebep olacaktır, hatta henüz çocuk yaşlarda üreme yaşlarına bile gelemeden yaşamımızı kaybedecektik.

Soluk Alıp Verme Nerede Yönetiliyor?

Ancak bu sistemleri inceleyen doktorlar, hatta dünya üzerindeki insanların aklında çok daha yüksek bir Akıl, adeta böyle bir durum ile karşılaşabileceğimizi düşünmüş ve bizim için otonom sinir sistemi var etmiştir. Biyolojik varlığımızdaki detayları anlamak için bile binlerce bilim adamı tarafından yüzlerce yıldır tıbbi araştırmalar yapılmışken, tüm bu indirgenemez kompleks ve adeta “yaşam koruyucu” sistemlerin “doğadaki karmaşanın ürünü” yada “tesadüfen oldu” demek büyük bir akılsızlık olacaktır.

Beyin sapının konumu

Şimdi konumuza dönecek olursak, her insan için hayati öneme sahip nefes alma işlemi aslında solunum merkezimiz tarafından düzenlenir. Bu merkezin boyutları bir mercimek tanesi kadardır ve beynimizin bir uzantısı olan beyin sapı bölgesinde yer alır. Bu merkez 3 grup sinir hücresinden oluşur.

Birinci grup hücreler, solunumun temel ritmini belirlerler. Bu sinir hücreleri ciğerlerimizin hava ile dolması için elektrik sinyali üretirler. Ardından ihtiyacımız olan hava ciğerlerimize dolmaya başlar.

İkinci grup hücreler ise solunumun hızını ve gidişatını belirlemekte görevlidirler. Bu hücreler devreye girdiklerinde birinci grup hücrelerin faaliyetleri bir sinyal ile geçici olarak durdurulup akciğerin hava dolum durumu kontrol edilir. Bu sayede solunum hızımız artmış olur.

Üçüncü grup hücreler ise sadece yüksek oranlarda nefes alıp vermemiz gerektiğinde devreye girerler. Normal nefes alıp verme işlemi sırasında bu grup aktif değildir. Yüksek oranda nefes alıp verebilmemiz için gerekli olan destek kuvveti yani karın kaslarımızı solunum faaliyetine dahil ederler.

Spor / Yoga Faaliyetlerinin Nefes Üzerindeki Etkisi

Aslında şan dersi alanlar yada yoga ile uğraşan kişiler bu kas grubunu kullanmayı özel olarak çalışırlar. Böylece kısa sürede yüksek oranda hava alıp, alınan havayı daha uzun süre için kullanmayı öğrenirler.

Tüm bu işlemler sırasında solunum faaliyeti kimyasal olarak da kontrol edilir. Kandaki oksijen oranının belirli bir dengede tutulması, solunum faaliyetinin temel amacıdır. Bu oranda meydana gelen değişiklikler bir grup hücreyi harekete geçirir ve bozulan değerler ne oranda olursa olsun mutlaka olması gereken düzeye getirilir.

Kandaki oksijen miktarının aslında doğrudan solunum merkezi tarafından kontrol edilemez. İşte burada mucizevi bir şekilde ayrı bir kontrol mekanizması devreye girer. Şah damarımız gibi bazı büyük damarlarımızda yer alan hassas sensörler, kandaki oksijen seviyesi belli bir oranın altına indiğinde solunum merkezine sinyaller gönderirler. Solunum merkezide çok hassas düzenlemelerle solunum faaliyetini yeniden düzenler.

Otomatik olarak alınan nefes işlemi hiçbir şekilde bastırılamaz ancak eğitilerek sınırlı bir zaman aralığı için geçersiz kılınabilir. Örneğin, yüzme, konuşma, şarkı söyleme veya diğer vokal eğitimi sırasında belirli bir zaman için nefes alma sınırlandırılabilir. Ancak bu durumda bile hangi kas lifleri ne kadar kasılacak hangi oranda hava çekecek gibi detaylar bizim tarafımızdan belirlenmez. Hipoksi noktasına kadar nefes alma dürtüsünü bastırmak imkansızdır ancak gerekli eğitimler alınarak nefes tutma süresi artırabilir.

Dünya Nefes Tutma Rekoru

Şubat 2016’da, İspanyol profesyonel serbest dalgıç Aleix Segura Vendrell, nefesini su altında 24 dakikadan biraz daha fazla tutarak bu alanda dünya rekorunu elinde tutmaktadır. (1)

Solunan havada % 78.08 azot, % 20.95 oksijen bulunur ve az miktarlarda argon, karbondioksit, neon, helyum ve hidrojen içerir.

Solunum ile havaya geri verilen karışımındaki oksijen oranı alınan nefestekine oranla %4 – %5 azalmış olur, ancak aynı durumda verilen nefesteki karbondioksit oranı %4 – %5 civarındadır. Verilen nefesteki karbondioksit oranı neredeyse %100 artmıştır.

Solunarak havaya geri verilen karışımın içeriği aşağıdaki gibidir: % 5.0-6.3 su buharı, % 74.4 azot, % 13.6–16.0 oksijen, % 4.0 ila % 5,3 karbondioksit, % 1 argon ve milyonda birkaç birim (ppm) hidrojen ve karbonmonoksit, 1 ppm amonyak ve 1 ppm’den az aseton, metanol, etanol ve diğer uçucu organik bileşikler.(2)

Nefes eğer ağızdan verilirse içerisindeki subuharı havanın sıcaklığı yeterince düşük ise görünebilir bir sis/duman gibi şekil alır.

Yukarıda sıraladığımız tüm bu sistemler entegre bir şekilde ve bir ömür boyunca hiç hata yapmadan çalışırlar. Oturuyorken, uyuyorken yada koşuyorken yaklaşık yüz trilyon hücremizin ihtiyaç duyduğu oksijen alınır ve zararlı olan karbondioksit ise nefes verme ile bedenimizden uzaklaştırılır.

Darwinizm bilimsel bir teori değil, ideolojik bir dogma, hatta bir tür “batıl din”dir. Neo-Darwinist teorinin en önde gelen kurucularından biri olan Julian Huxley, 1958’de yayınladığı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din) adlı kitabında bunu açıkça ifade etmişti. Huxley, evrimin neden bir din olduğunu bir başka yazısında da şöyle açıklıyordu: (3)


Julian Huxley

Bir din, temelinde dünyanın geneline yönelik ve hepsini kapsayan bir bakış açısıdır. Dolayısıyla evrim, bir zamanlar Tanrı’ya inancın üstlendiği fonksiyonu yerine getirebilir, yani insanoğlunun inanç ve umutlarını koordine eden güçlü bir prensip olabilir.

Julian Huxley

Philip E. Johnson, Darwin on Trial, 2. B, Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 131

Yapılan yoğun telkinlerin aksine tesadüfler yada rastgele mutasyonlar kompleks organlar meydana getiremezler. Eğer ortada üstün bir plan yada sınırları keskin hatlarla belirtilmiş özel bir tasarım varsa, mutlaka bu tasarımın bir Sahibi, yani Yaratıcısı olmalıdır.

Bilimsel Gerçekler ve İtiraflar

Yukarıda bahsedilen “tasarım” çıkarımı alelade bir tahminleme ile değil, bilakis son yüz yılda yapılan araştırmalar sonucu elde edilmiştir.

Tesadüfen kompleks organların ortaya çıkamayacağının farkına varan bazı bilim insanları, “kendi kendine, tesadüfler yaptı” iddiasıyla natüralizm olarak da adlandırılan, batıl bir dine inanıldığını şöyle açıklıyorlar:

Alabildiğine kompleks biyolojik bir işlevin, organik bir düzenin, amaçsız, hedefsiz, keyfi mutasyonların rastlantısal sonuçları olarak ortaya çıkıp çıkamayacağı sorusuna yanıt ararken, tasavvur etme yeteneğimiz oldukça yaya kalacaktır. Gerçekten de, rastlantısal mutasyonların ardından, sözünü ettiğimiz türden yeni mekanizmaların, yeni düzenlerin ortaya çıkması için evrim istediği kadar zaman bulmuş olsun, yeni denge ve düzenlerin rastlantının ürünü olduğunu ileri sürmekle iyice ileri gitmiş, başka türlü düşünenleri tahrik etmiş olmuyor muyuz? Deyim yerindeyse, sakat doğum gibi bir şeydi bu tuhaf yaratıklar. Bir mutasyonun sonucuydular. Mutasyon sonuçları hemen her zaman bir felaket doğurmuşlardır.

Hoimar Von Ditfurth (Alman Psikiyatri Ve Nöroloji Profesörü. Ünlü Alman Evrimci Bilim Yazarı)

Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi 2, Alan Yayıncılık, Kasım 1996, İstanbul, Çev: Veysel Atayman, s.66-69

Büyük evrimsel değişiklikler nasıl başladı? Türlerin on binlerce yıl oturup faydalı mutasyonların meydana gelmesini beklediğine (bu arada bu nasıl oluşmaktadır?) ve büyük bir istekle bunları yeni ve yararlı bir tür değişimi oluşana kadar biriktirip koruduklarına inanan biri var mı? İşte bu durum Waddington ve diğerlerinin de belirttiği gibi neo-Darwinizm’in “saçma ve mantık dışı” matematik argümanlarıdır.

Kevin Padian

Richard B. Goldschmidt, “Evolution, As viewed by One Geneticist”, American Scientist, vol.40 (Ocak 1952), s. 94

Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyonlara maruz bıraktılar. Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin yarattıkları canavarlardan sadece pek azı beslendikleri şişelerin dışında yaşamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona uğratılmış olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat kaldılar ya da kısır oldular.

Michael Pitman

Michael Pitman, Adam and Evolution, London, River Publishing, 1984, s. 70

Bir mutasyon büyük ve yeni bir ham malzeme (DNA) oluşturmaz. Türleri mutasyona uğratarak yeni bir tür elde edemezsiniz.

Stephen Jay Gould

Stephen Jay Gould, “Is a New and General Theory of Evolution Emerging?”, Lecture at Hobart&Wm Smith College, 4 Şubat 1980

Ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, mutasyonlar herhangi bir evrim meydana getirmezler.

Pierre-Paul Grassé

Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 88 

Şanslı mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, tam olması gerektiği şekilde binlerce ve binlerce faydalı tesadüfe maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir.

Pierre-Paul Grassé

Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 88 

Darwinizm’in kabul edilmesi Allah’ın varlığının inkar edilmesi anlamına geliyordu ve sonuç olarak Allah’ın vahye dayalı dinin yerine evrimsel natüralizme dayalı yeni bir inanç oluşturuldu. Bu yeni inanç sadece bilimin değil, hükumetlerin, hukukun ve ahlakın da temel inancını oluşturdu, modernizmin temel dini felsefesi sayıldı.

Prof. Phillip Johnson

Phillip E. Johnson,Defeating Darwinizm Intervarsity Press, 1997, s. 99

Biyoloji, fizik, kimya, matematik, paleontoloji tüm bunlar bilimdir ama “tesadüfen oldu” diyen “evrim teorisi” bilim değildir. ???

  1. http://www.guinnessworldrecords.com/world-records/longest-time-breath-held-voluntarily-(male)
  2. Wikipedia / Breath
  3. Evrim Aldatmacası
User Review
5 (1 vote)

İlk Yorum Sizden Gelsin

    Bir cevap yazın

    E-posta hesabınız yayımlanmayacak.